Aklımın Akışı – Sayı 2– Doğru Soru Sorma Sanatı

%title

Aklımın Akışı
Merhaba. Sizlere her hafta düzenli olarak göndermeyi planladığım “Aklımın Akışı” bülteninin ikinci sayısı size ulaştı. Değer verip okuduğunuz ve takip ettiğiniz için minnettarım.

Bu bültenin ismini Aklımın Akışı koydum çünkü bir hafta boyunca aklımın akışına takılan ve önemli gördüğüm şeyleri sizlerle de paylaşmayı hedefledim.

Sonradan düşündüm ki, sanırım bu Aklımın Akışı ismini koyarken, doğrudan olmasa bile, bilinçaltından, bir şekilde, Serdar Kuzuloğlu’nun “Zihnimin Kıvrımları” YouTube serisinden esinlenmişim. İyi ki de öyle olmuş.

Eğer Serdar Kuzuloğlu‘nun Zihnimin Kıvrımları serisini izlemediyseniz, MUTLAKA izlemenizi, not almanızı, üzerinde düşünmenizi öneririm. İlk videoyu bırakıyorum, İsmi Yaşama Arzusu. Gerisini siz bulursunuz:

Anlatacaklarım

Doğru Soru Sorma Sanatı

Twitter’da Emre Değirmencioğlu’nun paylaştığı çok güzel bir hikayeye denk geldim. Muhtemelen yaratıcısı Emre Bey değildir ancak bana ulaşmasına o vesile oldu. Ben de bu vesileyle size ulaştırayım.

Hikaye şöyle: Bir genç kız, köpeğiyle yürüyen yaşlı bir adama ve onun tatlı mı tatlı köpeğine bakıp sormuş: “Köpeğiniz ısırır mı?

Yaşlı adam “hayır, ısırmaz” demiş.

Genç kız mutlulukla ve hevesle köpeğe doğru yaklaşmış ve onu sevmek için elini uzatmış.

Köpek bir hışımla genç kızın elini ısırmış.

Kız elini köpekten zar zor kurtarmış. Yaşlı adama dönüp “Köpeğinizin ısırmadığını söylemiştiniz, ısırdı” demiş.

Yaşlı adam da genç kıza “Bu benim köpeğim değil” cevabını vermiş.

Twitter’da ve Atölye’de neredeyse binlerce kişiyle sürekli irtibat halindeyim. Kimisi sanki kendini eğitmişcesine bir iki cümlede inanılmaz doğru ve net sorular sorarken, bir kısım takipçimle de, gelmemiz gereken yere neredeyse 10-15 soru sonra geliyoruz.

Yukarıdaki hikayeden de anlaşılabileceği gibi, doğru soru sormak çok büyük bir meziyet ve çok büyük bir yetkinlik. Her şeyden önce bu hem kendinizin hem de karşı tarafın zamanına çok büyük bir saygı göstergesi.

Karşı taraf belki size yardımcı olmak için 5 dakika ayırıyor, ancak öyle sorular geliyor ki, doğru şeyi konuşmaya ancak 25. dakikada, 10 soru sonra başlayabiliyoruz.

O yüzden, doğru soru sorma üzerine biraz kafa patlatmakta yarar var. Eski notlarımı karıştırırken, okuyup önemli kısımlarını yazdığım bir Harward Business Review yazısıyla karşılaştım.
%title
Yazının ismi “The Surprising Power of Questions”. Yani “Soru Sormanın Şaşırtıcı Gücü”. Okumak isterseniz buraya tıklayın. 

Diğer HBR yazılarından farklı olarak, bu ücretsiz, ancak İngilizce.

Doğru Soru Sorabilmek İçin Beyni Doğru Beslemek Gerekiyor.

Ben bu “soru soramama” sorununun (sorun kelimesinin kökü de soru bu arada, ne ilginç) aslında gün geçtikçe ve iletişim imkanları arttıkça daha da büyüyeceğini ve çok daha sıkıntılı ilişkiler yaratacağını düşünüyorum.

Çünkü artık geldiğimiz şu noktada, elimizdeki telefon, iş yerimizdeki bilgisayar, evimizdeki televizyon-tablet dahil her şey bize “bilgi akıtmak” üzerine kurulu. İster istemez, kalktığımız ilk dakikadan belki yattığımız son dakikaya kadar sürekli beynimizi besliyoruz. Ortalama bir insan da, beynini beslediği şeylerin niteliğiyle hiç ilgilenmiyor. 

Çöp müdür, kaliteli midir, doğru mudur, yanlış mıdır umrumda değil. E, yaratılan her içeriğin de çok büyük bir kısmı “çöp” olduğuna göre, doğru bir önermeyle, beynimize girmesine izin verdiğimiz şeylerin de büyük kısmı çöp.

Üstelik, zamanımızın pek çoğunu geçirdiğimiz sosyal medya platformları da, çeşitli algoritmalar sayesinde, sizi daha fazla tüketime, daha fazla para harcamaya yöneltecek veya sizi daha fazla etkileşime sokacak içerikleri önünüze çıkartıyor ve satın alma-etkileşime girme mekanizmanızı felce uğratıyor.

Tüm bu çöp bilgi akışı da beynimizin içinde yüzdükçe, bu bilgileri birleştirmekte ve anlamlı bir çıktı elde etmekte gittikçe zorluk çekiyoruz. Kafamız net ve berrak olmadığı için de, net sorular soramıyoruz. 

Bu bir hisseyi analiz ederken grafiğe onlarca indikatör atmaya benziyor. 

O kadar fazla ve gereksiz sinyalle besleniyoruz ki, al sinyalini kaçırıyoruz.Nereye bağlayacağım?Twitter’a bağlayacağım. Bunu ilginç bir şekilde, çok fazla kişi bilmiyor ancak herkesin bunu yapması gerektiğini düşünüyorum.

Dikkat ediyorsanız, Twitter’ın sizin akışınıza müdahalesi çok fazla. Alakasız tweetler, alakasız RT’ler, takip etmediğiniz kişilerin beğenileri ve tweetleri önünüze düşebiliyor. Bu da tam bir kakafoni yaratıyor.

Tabağa Odaklanırken, Mutfağı da Unutmayalım

Bu hafta Twitter’da denk geldiğim bir akış beni etkiledi. Çoğumuzun, her zaman yaptığı gibi, hep tabağa odaklandığını ve hep işin mutfak tarafını unuttuğumuz gerçeğini perçinledi.

Karşımızda gördüğümüz ve çare beklediğimiz mesela bir doktorun doktor olana kadarki çabaları, emekleri çoğu zaman kimsenin aklına gelmiyor. Bir köprüyü başarıyla bitiren bir mühendisin emekleri de dillendirilmiyor.

Herkes sonuca odaklanmış ve hızlı bir şekilde bir şeyler elde etmek istiyor. Tamam, tabağa odaklanalım ama, arka planda, mutfakta da nasıl bir hazırlık olduğunu unutmayalım.

İlgili zincir şurada. 

Okumanızı öneririm.

Okuduklarım

Hala Dale Carnegie – Söz Söyleme ve İş Başarma Sanatı okumaya devam ediyorum.

Son 20 sayfa kaldı.

Hafta sonu bitiririm yüksek ihtimalle.

Bu kitaptan sevdiğim bir kaç alıntı daha paylaşmak istiyorum:

-Yenildiğini düşünüyorsan, yenildin de demektir. Eğer kazanmak istiyorsan ama “kazanamam” dersen, yenilmenin hemen eşiğindesindir. Hayatta ilerleyenler güçlüler veya hızlılar değildir çoğu zaman, “eninde sonunda kazanacağım” diyenlerdir.

-İnisiyatif, söylenmesini beklemeden doğru şeyi yapmaktır.

-Yıllar önce American Magazine dergisine, New Yorklu bir bankerin hayat öyküsünü yazıyordum. Bankerin arkadaşlarından birine onun başarısının sırrını sordum. Şöyle dedi: “yüzünde sürekli kazanan insanların gülümsemesini taşıması, başarısında epey bir rol oynamıştır.” İlk başta abartı gelebilir ama doğrudur. Bu sıcak gülümseme sayesinde insanların güvenini kolayca kazanıyordu. Karşısındakinin iyi niyetini kazanıyordu. Böyle bir insanın başarılı olmasını hepimiz isteriz. Bu yüzden de ona yardımı esirgemeyiz. Onun başarısına destek oluruz. 


-Henry Ford şöyle diyor: “Ürettiğimiz bütün Ford’lar birbirinin tıpatıp aynısıdır ama dünyada birbirinin aynısı iki insan bulamazsınız. Her insan ve her yeni hayat, güneşin altında yepyeni bir şeydir. Daha önce ona tıpatıp benzeyen hiçbir şey olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır. Genç bir insan, kendi hakkında düşünürken bunu unutmamalıdır. Kendisini diğer kişilerden ayıran bireysellik kıvılcımını yakalayıp, tüm çabasıyla o kıvılcımı bir ateşe çevirmelidir. Toplum ve eğitim sistemi, bu ateşi söndürmeye çalışabilir, hepimizi, üretim bandındaki birer Ford gibi, aynı kalıptan çıkarmak isteyebilir ama size sözüm şudur: bu ateşi söndürtmeyin. Sizi siz yapacak tek şey bu ateştir.”

Dinlediklerim

%title
Bu hafta, efsanevi Progressive Death/Groove Metal grubu Gojira’nın son albümüne verdim kendimi. Henüz yorum yapmak için erken, ilk dinlediklerimden çok etkilendim desem yalan olur. Ancak Gojira’nın bende kredisi yüksektir. Özellikle From Mars to Sirius albümünü bu tarza yeni başlayacak arkadaşlara öneririm.Bu albümün de incelemesini haftaya Cumartesi bülteninde görebilirsiniz. Evet, herkese hitap eden bir tür değil ama zaten bu dünyaya da herkese hitap eden şeyleri yapmaya-okumaya-dinlemeye gelmedik, değil mi.

Bitirirken

Bir beyni uyanık tutmanın en güzel yollarından biri o beyni sürekli çalışmaya zorlamaktır. Bu bültene başlarkenki amacım da buydu. 

Her hafta ve her gün, her saat onlarca içerikle baş başa kalıyoruz. Benim “filtreleme” özelliğim güçlüdür, bir içeriğin çöp olduğunu anlar anlamaz okumayı, izlemeyi, takip etmeyi bırakıyorum. İşime yarayanları da tüketip, notlarımı alıp rafa (evernote’a) kaldırıyorum.

Ancak fark ettim ki, bu konuda eskisi kadar iyi değilim. 

Buradaki bülten’i kullanarak bu kasımı tekrar güçlendirmek istedim ve gerçekten, öyle de oldu. Sizlere her hafta Cumartesi günü bir şeyler gönderme sorumluluğu, bende artık (tekrardan) tükettiğim içerikleri daha özenle seçme ve daha özenle filtreleme isteğini doğurdu.

Aktif okumalarımı hep böyle yapıyordum ama artık pasif okumalarımı da hemen filtreliyor, işe yarayanları arşivliyor ve bir sonraki bülten için hazır hale getiriyorum.Özetle, iyi ki varsınız dostlar.Bir sonraki bültende görüşmek üzere.

Aziz Nesin şöyle demiş: “Çocuklara daha iyi bir dünya bırakmak yerine, dünyaya daha iyi çocuklar bıraksanız, sorun kendiliğinden çözülecek.“
Print Friendly, PDF & Email
Yazılarımı Aşağıdaki Butonları Kullanarak Arkadaşlarınızla Paylaşabilirsiniz:

Yazar: Borsanın İzinden

Diğer Yazıları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir