Aklımın Akışı – Sayı 4 – Bazı Üstümüze Alınmayışlarımız

%title

Aklımın Akışı
Herkese merhaba. Ben İbrahim Babadağı. Borsanın İzinden’in kurucusu.Sizlere her hafta düzenli olarak göndermeyi planladığım “Aklımın Akışı” bülteninin dördüncü sayısını okuyorsunuz. Umarım bu bültenle hafta sonunuza keyifli bir kaç dakika ekleyebilirim. İyi okumalar dilerim.

Anlatacaklarım

Bazı Üstümüze Alınmayışlarımız

Sürekli takip ettiğim ve çoğu yayınını kaçırmamaya çalıştığım bir YouTube kanalı var. Integral Forex TV. 

Moderatör Artunç Kocabalkan tek kelimeyle harika bir iş çıkarıyor.

Her defasında sabit konuklarla, sabit bir konseptte farklı konuları ele aldığı ve tüm haftaya yaydığı yayınlar çok verimli, çok yararlı ve ufuk açıcı oluyor.

Artunç Bey aynı zamanda üstün moderasyon yetenekleriyle tüm yayını çok verimli yönetiyor ve kısıtlı zamandan maksimum verimin alınmasını sağlıyor.

Eğer hala keşfetmediyseniz, hem Artunç Beyi, hem de Integral Forex TV’yi takip etmenizi mutlaka öneririm.

Geçenlerde burada yayınlanan bir programın altında şöyle bir yorum gördüm:
%title
Bu yorumun son kısmı çok hoşuma gitti. 

“Allah fakirleri doyurun diyor, biz Allah’a “fakirleri doyur Allahım” diye dua ediyoruz. Allah yetimlere bakın diyor, biz Allah’a “yetimleri koru Allahım” diye dua ediyoruz.“

Bu küçük anektod aslında hayatı yaşarken ne kadar edilgen, ne kadar sıyrık, ne kadar geride yaşadığımızın da bir kanıtı.

Çevremizde bir şeyler olsun istiyoruz ancak bu bir şeyleri “yapan” kişi olmayla aramız çok iyi değil.

Bir önceki bültende, “Allahım bizi iyi insanlarla karşılaştır” duası konusunu hatırlayın. Orada da, “biz zaten iyiyiz, umarım iyi insanlarla karşılaşırız” ön kabulü vardı. Burada da hikaye benzer.

Çevremizde fakirler, yetimler, çaresizler var, belki bizim onlara yardım etme imkanımız da var, ancak bir türlü karar verip yardım etmiyoruz, onun yerine Allah’a dua ediyoruz.

Halbuki Kuran-ı Kerimde de Allah, “fakirleri doyurun, yetimleri koruyun” diye bize emir vermiş.

Bu aslında basbayağı bir “üstümüze alınmamak hali” değil mi?

Resmen ortamda biz yokmuşuz gibi davranıyoruz.

Sonrasında da, belki biraz vicdan rahatlatmak için, belki ağız alışkanlığından, Allah’a havale ediyoruz bu tüm “kurtarma operasyonunu”.

Bu sadece bu fakirlik-bakıma muhtaç olma haliyle alakalı da değil, çevrede hayal ettiğimiz ve olmasını istediğimiz ne varsa, “başka birinden” bekliyoruz. Bu aslında bir “kurtarıcı bekleme” hali. Kendi popomuzu kaldırmadan, rahatlığı terk etmeden, biri gelsin ve çevreyi düzeltsin istiyoruz.

Bir hırsızlık görüyorsak, polisi başka biri arasın. Bir taciz görüyorsak, başka birisi müdahale etsin. İşyerinde bir yolsuzluk görüyorsak, başka biri ihbar etsin. Bir fakir varsa, başka biri doyursun. Böyle böyle, ihale sürekli devrediliyor. Peki iş yapılıyor mu? Hayır. Dünya değişiyor mu? Hayır. İyilik geliyor mu? Hayır.

Burada, iki tane alıntıyla bültenin bu kısmını bitireyim. Bir tanesi büyük karakter, büyük kişilik, “iyi ki”lerimizden, Mustafa Kemal Atatürk’ün cümlesi: Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.

Bir diğeri de Gandhi’nin şu ünlü alıntısı:Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol

Tarihinin En Şanslı Döneminde Yaşadığımız Gerçeği

Ülkedeki kötü yönetim, yüksek enflasyon, fakirleşme, ahlaki çöküntü, geçim sıkıntısı filan derken, pek çoğumuz büyük stresler altındayız. Toplum Psikolojimiz de çok sağlam sayılmaz. Özellikle sosyal medyanın ve internetin bu kadar yaygın olduğu dönemde, elimize geçirdiğimiz “karşılaştırma imkanı” da yangını iyice körüklüyor.

Bir genç, Avrupalı gençlere bakarak ne kadar geride kaldığını, hayatı onlara kıyasla ne kadar kötü yaşadığını, alım gücünün ne kadar düştüğünü görebiliyor. Bir Beyaz Yakalı, kendini diğer ülkelerin mevkidaşlarıyla karşılaştırıp üzülüyor. Bu mavi yakalılar, yöneticiler, şirket sahipleri, emekliler gibi, toplumun tüm “statüleri” için geçerli.

Bu imkanı veren şey internetiletişim devrimi ve sosyal medya.Bunun iyi bir şey mi, kötü bir şey mi olduğu tamamen ayrı bir tartışma konusu, ona girmeyeceğim. Ancak, çoğumuzun farkında olmadığı bir gerçekle sizi baş başa bırakmak istiyorum.

O gerçek şu: 2000'li yılların başından itibaren şu anda yaşadığımız bu dönem, muhtemelen dünya tarihinin en imkanlı, en şanslı ve en rahat dönemi.

“Ne alaka yahu, biz acı çekiyoruz, kirayı ödemekte zorlanıyoruz, evi geçindirmekte zorlanıyoruz” demeden önce okumaya devam edin. Anlatacağım.Şöyle bir dünya tarihine bakın, eğer tarih merakınız varsa, dünya tarihi sömürülerin, köleliğin, büyük savaşların, din çatışmalarının, teknolojisizliğin, huzursuzluğun, kardeş kavgalarının tarihidir. 

Bir savaş biter, diğeri başlar. Geçmişte tüm ülkeler yayılmacıydı, sürekli fetih halindeydi herkes. Devletlerin sürekli asker ihtiyacı, feth edilen yerlerin kültüre uyumlaştırılması, vergi, sınır ihlalleri, ittifaklar. Hiç bitmeyen bir döngüydü.

Bu konuyla ilgili Nobelli Ekonomist Milton Friedman‘ın olayı güzel özetleyen bir alıntısı var, aşağıda:
%title
Burada büyük bir parantez açayım, bu cümlelerim tabi ki “şükredin, yine iyiyiz, 300-500 sene önce bilmediğimiz bir coğrafyayı fethe giden askerler de olabilirdik” şeklinde anlaşılmasın.

Her hayat, kendi dönemiyle karşılaştırılmalıdır.

Eskiyle karşılaştırıldığı zaman objektifliğini yitirir, çünkü tüm bu teknolojik gelişmeler, kültürel devrimler, rönesans, reform, serbest piyasa, sanayi devrimi gibi insanoğlunu ileri sıçratan konudan hayatı sıyırmış olursun.

Yani, 2020’lerde de, geri dönüp “yahu, 1.800’lerde, 1.900’lerde insanlar sürekli savaş halindeymiş, tiranlık, kölelik, sefalet varmış, yine şükür” demeyeceğiz. Daha iyisini, daha güzelini, daha özgürünü talep edeceğiz.

Ancak bunu talep ederken de, aklımızın bir köşesinde bu tarihi gerçeklik mutlaka dursun derim. İyi hissedersiniz.

İyi İnsanlar ve Kapitalizm

Kapitalizm, en basit haliyle, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle başladı. “Bu makina benimdir ve ürettiği mallar da benim özel mülkiyetime aittir” diyen ilk kişi, kapitalizmi başlatan ilk kişi olabilir.

Bazı nitelikleri çok geçmişe dayansa da, Serbest Piyasa Ekonomisi ve onun doğurduğu Kapitalist Sistem aslında 16. yüzyılda tohumlanıp, 17. ve 18. yüzyılda serpilmiştir.

Şu an ise geldiğimiz bu noktada, Kapitalizm, karşısında bir rekabetçi güç, bir alternatif tasarım -neredeyse- olmadan (olanların halini de biliyoruz) tüm hakimiyetiyle çoğu ülkede uygulanmaya devam ediliyor.

Dip toplamda ben Serbest Piyasanın ve Kapitalizmin düşünsel anlamda savunucusuyum. Ancak pratikte çeşitli sıkıntılar (gelir adaletsizliği, ahlaki erozyon gibi) çıkardığı da bir gerçek.

O yüzden, karma bir modele daha yatkınım. Çünkü Kapitalizmin en “kök” halinde, insanların “iyiliği” çok da ön plana alınmıyor. Alınmasına da fırsat verilmiyor.

Burada, bahsetmek istediğim şey, kapitalizmin tasarımının insanoğlunun içindeki “iyiliği” zedeleyen bir tarafının da olması. Kar maksimizasyonuna ve sürekli rekabete dayalı bir sistem, bir süre sonra insandaki ahlaki değerleri sarsıyor çünkü “hep daha fazla kazanmak” istiyorsun.

Bunu hedef yaptığın her an, içerideki ahlaki kalenin surları yıkılıyor.Bir Fırıncı ekmek üretiyor, ancak bu ekmeği senin benim faydam için, iyiliğim için, karnımızın doyması için üretmiyor aslında. O fırın bir işletme ve kar hedefi var. Biz kendi paramızla da olsa, bir işletmecinin kurduğu bu fırından faydalanıyoruz. Gidip ekmek alıp, karnımızı doyuruyor, daha uzun yaşamaya çalışıyoruz.

Bu süreç çoğu zaman, fırını kuran ve işleten “sermaye sahibi” için bir açgözlülük, daha fazla kazanma, daha hızlı büyüme yarışına dönüyor ve kişi kendi vicdanı ve muhasebesiyle baş başa kalıyor.

Denklemin içindeki “emek” neredeyse görmezden geliniyor. O taraf kişinin kendi iç mevzusu, ancak Kapitalizmin yukarıda bahsettiğim “kar maksimizasyonu” tarafının, iyi kısmı da var.

Kapitalizm, vermiş olduğu “kazanç” havucuyla, insanları bir şeyler üretmeye, işletme açmaya, işleri büyütmeye yönlendiriyor. Girişimciliği besliyor. Böylece normal bir vatandaş olarak mesela ekmeğe, mesela cep telefonuna, mesela tornavidaya daha hızlı, daha kolay ve (rekabetten dolayı) daha ucuza ulaşabiliyorsun.

İşler büyüyünce bunu etkin yönetme kısmı sıkıntıya girse de, küçük bir sistemde başlayan ve sonradan tüm dünyayı hakimiyeti altına alan Kapitalizm, aslında çok beter bir sistem değil.

Tam bir Necessary Evil.

Sadece “kendini bozmaya” çok müsait bir sistem. Ara ara müdahalelelerle, ülkelerin büyüyüp serpilmesine ve içerisinde yaşayan vatandaşların da eşit değerde gelişmesine en uygun sistem.

Okuduklarım

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları – John Perkins

%title
Geçen haftadan takipteyseniz, biliyorsunuz, yukarıdaki kitaba başladım.

Başlamadan önce biraz önyargım vardı. En başından en sonuna, başlığından sloganına, kapağından hikayesine tam bir “best seller olmak üzere” yazılan kitap gibiydi.

Ancak kitap şaşırttı beni. Beklediğim gibi çıkmadı.

Öncelikle, çevirisi harika, Murat Kayı isimli bir çevirmen çevirmiş Türkçeye. Mükemmel ve akıcı olmuş diyebilirim.

Kitabın içeriği de, aslında bilinen ve tahmin edilen şeyler içerse de, birinci ağızdan dinlemek için oldukça ilginç.

O yüzden, daha şimdiden gönül rahatlığıyla önerebilirim, eğer okumadıysanız.Kitaptan bir kaç alıntı:

-Köşeyi dönenlerin yaşam tarzları ve donanımları, yatları, katları, özel jetleri, hepimizi tüketmek, tüketmek ve daha fazla tüketmeye özendiren birer model olarak sunuluyor. Bir şeyleri satın almanın hepimizin toplumsal görevi olduğuna, dünyayı yağmalamanın ekonomi için iyi olduğuna ve dolayısıyla yüksek çıkarlarımıza hizmet ettiğine bizleri ikna etmek için hiçbir fırsat kaçırılmıyor.

-İmparatorluklar asla sonsuza dek yaşamazlar. Her biri sonuçta korkunç bir başarısızlığa uğramıştır. Daha mutlak egemenlik peşinde koşarlarken bir çok kültürü de yok edip, sonra da kendileri yıkılırlar. Uzun vadede hiçbir ülke başkalarını sömürerek varlığını sürdüremez. 

-Kişiler açgözlülüklerinden ötürü ödüllendirildikçe, açgözlülük baştan çıkartıcı bir hal alır. 

Dinlediklerim

Metal Müzik ile Tanışın

Metal müzik, sert bir müzik olduğu için, çok alışıldık bir tarz değil.

İlk defa dinleyenler için, eğer doğru bir seçim yapılmamışsa, çoğu zaman ters tepiyor hikaye. “siz bunu mu dinliyorsunuz ya?” tepkisi almak şaşırtmıyor çoğu zaman.

Bunun üstüne, bir de, ne yazık ki, özellikle ergen metalci dostlarımız, “bak ama nasıl da sert müzik dinliyorum” gösterisi için, sosyal medya hesaplarında veya arkadaşlarına hep en sert grupları, ilk dinleyen birinin “bu nasıl dinlenir ya?” diyebileceği albümleri tavsiye ediyorlar.

Bir de bu ekleniyor.

Halbuki bu ters tepen hikaye, çok büyük bir dünyanın kapılarını daha açamadan kapatmak demek. Düşünsenize, onlarca farklı tür, onlarca albüm, onlarca riff, solo, sözler, melodi.

Özetle, Metal Müzik öyle dümdüz “bana göre değil” denilebilecek bir tür değil. Her bir şarkısından, ortalama bir pop sanatçısı neredeyse bir albüm çıkartacak kadar melodi bulabilir.O yüzden, tüm önyargılarınızı bir kenara bırakın ve şu aşağıda verdiğim 3 albüme bir kulak atın.

Bu albümler öyle bilinen Iron Maiden gibi, Metallica gibi grupların klasikleri değil. Daha modern zaman metal klasikleri. Özellikle seçtim.Lütfen albümleri kulaklıkla, mümkünse Spotify'ın şarkı sözü eklentisiyle, sözlerini takip ederek ve odaklanarak dinleyin. Dinlerken albümdeki şarkı sıralamasını bozmayın, başka şeyle ilgilenmemeye çalışın.

Kamelot – The Black Halo

%title
İleride bir gün, 2000’li yılların Metal başyapıtları toplandığında, bu albüm mutlaka dereceye girecektir. En başından en sonuna kadar inanılmaz şarkılar ve inanılmaz melodiler barındırıyor. Albümü bu kadar üst düzey yapan şeylerden biri ise KHAN’ın kulaklarınıza inanamayacağınız vokali. Mutlaka dinleyin.

2. Avantasia – Moonglow

%title
Avantasia isimli bu grup, Bilimkurgu & Fantazya temalı Semfonik Power Metal’in “wonderkid”i Sevgili Tobias Sammet’in yan projesi olarak başladı, ancak Tobias’ın ana grubu EDGUY’dan çok daha popüler oldu. Moonglow, bu grubun son albümü ve tam bir efsane. Çok yenilerde çıktı. Kulak atın.3. Volbeat – Servant of the Mind

Volbeat – Servant of the Mind

%title
Size bu bülteni hazırlarken kulaklarımda Danimarkalı bu delikanlıların muhteşem son albümü Servant of the Mind vardı. Volbeat hakkında diyecek fazla bir şey yok, bu adamlar Metal ile Hard n’ Heavy’yi birleştirip, Metal’e çok güzel bir ivme ve ritm kattılar ve çok popüler oldular. Farklı enstrümanları da müziklerine dahil ettiler. Bu albüm de onların son albümü. Dinleyiniz.

Eğer bu albümleri veya herhangi birini dinlerseniz ve beğenirseniz, lütfen benimle iletişime geçip geri bildirim vermeyi unutmayınız.Metal dünyası öyle büyük ve büyülü bir dünya ki, içeriye birini eğer alabilirsem, çok mutlu oluyorum.İyi dinlemeler!

Alıntı

Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra Kitabında, Kayra, Kinyas’a şöyle diyor bir gün:

“Mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun ve en büyük acının kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. Dünyadan haberi olmayan bütün geri zekalılar gibi. Ölmesine çeyrek kalmış, herkesi yaşadığına pişman etmeye çalışan, sağlıklı oldukları için suçluluk duymalarını isteyen hastalıklı yaşlı bir kadın gibisin.”
Bülten bitti.
Print Friendly, PDF & Email
Yazılarımı Aşağıdaki Butonları Kullanarak Arkadaşlarınızla Paylaşabilirsiniz:

Yazar: Borsanın İzinden

Diğer Yazıları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir