Aklımın Akışı – Sayı 7 – Amor Fati

%title

Tarayıcıda görüntüle
Aklımın Akışı
Herkese merhaba. Ben İbrahim Babadağı. Borsanın İzinden‘in kurucusu.

Sizlere her hafta düzenli olarak göndermeyi planladığım “Aklımın Akışı” bülteninin yedinci sayısını okuyorsunuz. Umarım bu bültenle hafta sonunuza keyifli bir kaç dakika ekleyebilirim. İyi okumalar dilerim.

Bir Öneri: Bildiğiniz gibi, her hafta bültene bir de Müzik bölümü ekliyorum, eğer daha keyifli bir okuma olsun isterseniz, önce Müzik bölümünü okuyup, önerdiğim şarkıları arka planda açarak bülteni okuyabilirsiniz.

Anlatacaklarım

Amor Fati

Amor FatiAmor Fati
Amor Fati, Nietzsche’nin kitaplarında sıklıkla bahsettiği, ancak kökü daha da eskiye giden bir terim. En basit haliyle, “kader sevgisi” anlamına geliyor.

Nietzsche bu kavramı, kişinin başına gelen her şeyi, mutluluğu, acıyı, coşkuyu, sıkıntıyı olduğu gibi kabul etmesi ve onunla, olduğu haliyle mücadele etmesi anlamında kullanıyor. Bu aynı zamanda, Nietzsche’nin sıklıkla kullandığı bir diğer terim olan The Eternal Return ile de alakalı bir terim.

The Eternal Return fikrine göre, eğer hayatınızı kaybettikten sonra size “aynı hayatı tekrar yaşamak ister misiniz?” diye sorulduğunda “evet, isterim” diyemiyorsanız, tam olarak bir Amor Fati olgunluğuna eriştiğiniz söylenemez.

Bunun iki tarafı var, birincisi, hayatınız sonlandığında, hayatı öyle yaşamış olun ki, size aynı hayatı ikinci kere yaşama şansı verildiğinde kesinlikle hayır demek istemeyin. Yaşadığınız hayatı tekrar yaşama fikri sizi mutlu etsin.

İkincisi de, hayatınızda yaşadığınız sıkıntılara, dertlere, tasalara öyle bir yaklaşın ki, yaşadığınız bu hayatı, aynı bu haliyle, sorunlarıyla, acılarıyla, sıkıntılarıyla tekrar yaşamak sizin için korkutucu olmasın.

Aslında bu konu, Engin Geçtan’ın Hayat kitabındaki şu alıntıyla da bütünleşiyor:

“Fırtına çıktığında onun yönünü değiştirmek için savaşmaya kalkacağım yerde, fırtınanın beni götürdüğü yerde savaşmış olmalıydım.”

Şimdi soru şu, hayatınız yarın bitse ve size sorulsa, “aynı hayatı, tekrar yaşamak ister miydin?” diye. Cevabınız ne olurdu?

Transvaluation of Values (Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi)

Nietzche’den başladık, ondan devam edelim. Yine Nietzche’nin, Transvaluation of Values dediği bir konudan bahsetmek istiyorum. Türkçesi: Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi.

Bu ne demek?

Nietzsche’ye göre, 19. yüzyıl boyunca Avrupa’da Dinin ve Kilisenin etkisi gittikçe azaldı. Bu dönemde akademi, “tanrı” gibi, “din” gibi, “kilise” gibi, “dine dayalı yaşam” gibi kavramları sorgulamaya başladı.

Öte yandan, bilimsel gelişmeler de Din ve Kilisenin hegemonyası için ciddi bir tehdit oluşturmaya başladı. Nietzsche’ye göre Avrupa, tam bir “tanrı-sonrası” döneme giriyordu (Nietzsche’nin ünlü cümlesi “God is Dead”, bu süreci anlatmak için kurulmuş bir cümledir).

Bu “tanrı-sonrası” dönemde, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu artık Kilise belirlemeyecekti. Daha önce hep Dinin ve Kilisenin hakimiyetinde olan “doğru” / “yanlış” / “iyi” / “kötü” gibi kavramlar boşluğa düşecekti. Bu kavramları doldurmak gerekliydi.

Yani bir “değerler bütünü”, yeni bir “ahlak tanımı” gerekliydi. Diğer filozoflar, mesela Immanuel Kant, mesela Jeremy Bentham çeşitli önerilerle bu boşluğu doldurmak istediler. Ancak Nietzsche bu önerilerin hiçbirini mantıklı görmedi.

%title
Ona göre, daha önceden neredeyse yüzyıllardır insanlara “doğru” / “iyi” / “kötü” gibi kodlanan tüm hareketler, tüm davranışlar, tüm kurallar sorgulanmalıydı. En “sorgulanamaz” denen tabular bile sorgulanmalı ve kişi kendi içsel değer yargılarıyla kötüleri elemeli, iyileri tutmalı ve geliştirmeliydi.

Yani, kişi, bu değer yargılarını, iyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı dışarıdan başka güçlerin tanımlarıyla değil, kendi tanımlarıyla doldurmalıydı.

Nietszche, dışarıdan dayatılan yeni ahlaki kurallara ve değer yargılarına dayanmak yerine, insanın kendi değer yargılarını ve ahlaki kurallarını kendisinin keşfetmesi gerektiğini düşünüyordu.

İşte Nietszche, buna Transvaluation of Values diyordu.

Mesela, kendinden daha zayıf veya daha şanssız insanlara yardım etmemiz gerektiği inancı otomatik olarak kabul edilmiş bir inançtı. Ancak bu inanç nereden geliyordu? Bunu kim bize söylemişti? Neden böyle davranmak zorundaydık? Pek çoğumuz bunun yüzyıllardır kabul görmüş insani bir davranış olduğunu düşünüyoruz ancak Nietszche’ye göre bu davranış çok da eskiye dayanmıyor. 

Mesela, Yunanlar ve Romalılar, zayıf olmaya, şanssız olmaya hiç değer vermez, onlara acırdı, onlara yardım etmezlerdi. Antik dönemde, fiziksel olarak güçlü olmak değer gören bir şeydi. O yüzden antik Yunan tanrıları hep kaslı, fiziksel olarak güçlü tanrılardı.

Bu davranış sorgulanmalı, eğer kişinin içine, vicdanına, kendi ahlaki değerlerine, kendi iyi-kötü-yanlış-doğru tanımına uyuyorsa bu davranış kuralı bırakılmalı, ancak tanıma uymayan, içe sinmeyen, vicdanına sığmayan her davranış dışarıya atılmalıydı.
Fiziksel Olarak Güçlü, Kaslı Antik Dönem İnsanları
Fiziksel Olarak Güçlü, Kaslı Antik Dönem İnsanları
Biraz fazla mı felsefeye girdik ne? Aslında çok kısa bir şey yazmak isterken, konu uzadı da uzadı ve bazı önemli konulara geldi. İyi de oldu, yazmaya başlayınca belli bir zaman sonra iş “free flow”‘a, “serbest akışa” dönüyor. En iyi, en verimli, en kaliteli içerik de bu free flow anında çıkıyor. O yüzden çok da engellemedim.

Eğer sizlerden iyi geri bildirimler gelirse belki bu Felsefe konularını bültende daha fazla ele alırım. Şimdilik burada kapatalım.

Multitasking Kavramına Bir Reddiye

%title
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, özellikle son 10 yılda hayatımıza Multitasking derler, bir nane girdi. Kapitalizm, modern kölelerinden birim zamanda aldığı birim işi yetersiz bulmuş olacak ki, multitasking’i “verimlilik arttırıcı” makyajıyla ve elindeki onlarca iletişim gücüyle, “yeni moda” olarak hayatımıza sokmaya çalışıyor.

Böylece, bizlerden birim zamanda aldığı birim işi, birim zamanda aldığı birbuçuk birim işe çevirmek istiyor.

Bu tabi ki, daha az zamanda, daha çok iş demek.

Tüm bu verimlilik arttırıcı, daha fazla üretimi teşvik edici propagandanın aslında BİZE DEĞİL PATRONLARA, EGEMENLERE YARADIĞI gerçeğini bir kenara bırakırsak, multitasking de ne yazık ki övüldüğü kadar harika bir konu değil.

Tüm hayatı boyunca hem özel sektörde başkalarına, hem kendi maceramda kendime ürettiğim şeyleri, bu üretime ayırdığım zamanı ve üretimi verimli hale getirmek için uyguladığım yöntemleri dikkate aldığımda, Multitasking yapıp, aynı anda 4-5 projeyi yönetmenin, tüm dikkati, eforu ve zamanı tek bir projeye vererek o projeyi en hızlı ve en kaliteli şekilde bitirmeye oranla daha verimsiz olduğunu düşünüyorum.

Şurada bulabileceğiniz 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Multitasking hem sizi aşırı yavaşlatıyor, hem zekanızı düşürüyor hem de birim zamanda alınan birim işi daha kalitesiz hale getiriyor.

Ne diyoruz? One step at a time.

Okuduklarım

Bülbülü Öldürmek – Harper Lee

Bu hafta, Amerikan Edebiyatının klasiklerinden sayılan Bülbülü Öldürmek kitabını bitirdim. 350 sayfalık bir kitap. “çok etkilendim, harika bir kitaptı” diyemem. Ancak ağzımda hoş bir tat bıraktı.

Kitap, Amerika’da son yıllara kadar hala devam eden Siyah Irk – Beyaz Irk ayrımcılığını ve Siyahilere yapılan sistematik ırkçılığı anlatıyor.

İlk yazıldığında, o zamanki şartlara göre oldukça radikal bir kitapmış. Biliyorsunuz, Amerika’da Siyahilere yapılan ırkçılık, resmi anlamda 1964’te imzalanan Medeni Haklar Yasası ile son buldu. Yani öyle yüz yıllık bir geçmişte değil, daha 50-60 yıl önceki Amerika’da Irkçılık resmi, yasal bir haktı ve direkt olarak devlet tarafından uygulanıyordu.

Kitaptan çok fazla alıntı alamadım, not defterime çok fazla sayfa geçiremedim. Bu benim için kötü oldu, çünkü bir kitaptan ne kadar fazla alıntı-öğreti alırsam, o kadar çok seviniyorum.

Ancak, Kitaptaki Baba-Avukat Atricus’un, Mahkeme Jürisine karşı yaptığı şu savunma, tam da buraya bırakılacak kadar güzel bir alıntı:

“Sözlerime son vermeden önce bir şey daha eklemek istiyorum baylar. Thomas Jefferson bir keresinde bütün insanların eşit yaratıldığını söylemişti.

Kuzeyliler, Washington’daki yönetici takımının kadın üyeleri bu cümleyi bizlerin suratına savurmayı severler.

Şu içinde yaşadığımız 1935 yılında, bazı insanlarda bu cümleyi bağlamı dışında, her türlü durum için kullanma eğilimi var.

Düşünebildiğim en komik örnek, yaygın eğitim işlerini yürütenlerin, aptallar ve haylazları, çalışkanlarla birlikte bir üst sınıfa geçirmeleridir. Çünkü onlara göre bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Sınıfta kalan öğrenciler korkunç bir aşağılık duygusu yaşar derler.

Hepimiz biliyoruz ki bazı insanların bizi inandırmaya çalıştıkları gibi insanlar eşit yaratılmamıştır. Bazıları ötekilere göre daha zekidir, bazı insanlar doğuştan kazanılmış daha fazla olanağa sahiptir, bazı insanlar ötekilere göre daha fazla para kazanır, bazı kadınlar başkalarına göre daha iyi kek yaparlar, bazı insanlar pek çok başka insanın normal kapsama alanı içine girmeyen yeteneklere sahiptir.

Ama bu ülkede insanlar ancak tek bir durumda eşit yaratılmış kişiler haline gelirler.

Bir yoksulu, Rockefeller Ailesinin bir ferdiyle, bir aptalı Einstein ile, cahil bir kişiyi bir kolej müdürüyle eşit gören tek bir kurum vardır. Bu kurum da baylar, hukuk kurumudur.

Birleşik Amerikanın Yüksek Mahkemesi gibi, ya da ülkenin en basit herhangi bir sulh ceza mahkemesi gibi veya bu mahkeme gibi.

İnsanlarca kurulmuş tüm kurumlar gibi, bu kurumların da kusurları vardır.

Ama bizim ülkemizde mahkemeler insanlar arasında en üst düzeyde eşitliğin sağlandığı kurumlardır. Bizim mahkemelerimiz açısından insanlar eşit yaratılmışlardır.”

Dinlediklerim

Anatolian Rock Revival Project

Size bu hafta mükemmel bir YouTube projesi tanıtacağım.

Yaklaşık 1 yıldır bu kanala aşinayım ve yaptıkları her işin tek kelimeyle hastasıyım.

Projenin ismi Anatolian Rock Revival Project.

İşleri, (1964-1980) yılları arasında üretilmiş ama çok popüler olamamış, çok dinleyiciye ulaşamamış harika Anadolu Rock gruplarını ve onların harika parçalarını günümüzde duyurmak, iyi bir kapak tasarımıyla keşfedilmeye hazır hale getirmek.

Lütfen bu kanala ve ürettiklerinize biraz kaliteli zaman ayırmaya çalışın, gerçekten derya deniz bir içerik var.

Son zamanlardaki favori şarkımı da buraya bırakayım:

Bir Alıntı

“Nehrin kenarında yeterince beklersen, düşmanlarının cesetleri yüzerek gelir” – Sun Tzu

Borsanın İzinden Tarafındaki Gelişmeler

Bu hafta Borsanın İzinden BLOG’a 2 yeni yazı yükledim. Bunlardan birincisi, Trader’ların yaşadığı en büyük sıkıntı olan, “temel gerekçelerden kopamama” sıkıntısı üzerine. Aslında, bir Trader’ın başarısını arttırması için tek yapması gereken sadece FİYAT’a odaklanmak, geri kalan her şeyden kendini sıyırmak. Ancak bu bir türlü mümkün olmuyor. Neden? Bu konuyu masaya yatırdım. Okumak için aşağıya tıklayın:

Borsadan Para Kazanmanın Farklı Yolu: Fiyatı Alıp Satmak
Bir diğer yazı da, şu an tam da içerisinde olduğumuz ve yaklaşık 6 hafta süren Borsa İstanbul Rallisinin sonuçlarıyla alakalı. Herkes bu rallinin sonucunun parasal olarak daha da zenginleşmek olması gerektiği konusunda mutabık. Ancak Trading’de zenginliğin tanımı sadece parasal değil. Diğer zenginliklere odaklanarak çok daha iyi yerlere gelebiliriz. Okumak için tıklayın:

Bir Borsa Rallisinden Beklentimiz Sadece Para Kazanmak mı?
Bülten bitti. Sonraki hafta görüşmek üzere.
Print Friendly, PDF & Email
Yazılarımı Aşağıdaki Butonları Kullanarak Arkadaşlarınızla Paylaşabilirsiniz:

Yazar: Borsanın İzinden

Diğer Yazıları

2 Comments on “Aklımın Akışı – Sayı 7 – Amor Fati”

  1. Abi çok kral adamsın hem okuyorsun araştırıyorsun hem de işine yarayacak, bizlere bir ışık olabilecek düşünceleri, fikirleri paylaşıyorsun bu çok çok değerli bir iş çok teşekkürler güzelliklerle seninle olsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir