Aklımın Akışı – Sayı 5 – Günü Bitirmek mi, Günü Yaşamak mı?

%title

Aklımın Akışı
Herkese merhaba. Ben İbrahim Babadağı. Borsanın İzinden‘in kurucusu.Sizlere her hafta düzenli olarak göndermeyi planladığım “Aklımın Akışı” bülteninin beşinci sayısını okuyorsunuz. Umarım bu bültenle hafta sonunuza keyifli bir kaç dakika ekleyebilirim. İyi okumalar dilerim.

Anlatacaklarım

Günü Bitirmek İçin Yaşamak mı, Günü Yaşamak mı?

%title
Çoğumuz sürekli aşağı doğru akan bir nehrin içinde, herhangi bir dala tutunup iki dakika nefes bile almadan nehir yatağı boyunca akıyoruz.

Durup da hayatımız üzerine, geçtiğimiz yollar üzerine, yaşadıklarımız üzerine, hayatımızın devamı üzerine düşünme şansımız yok.

Hoş, şansımız olsa, buna ayıracak eforumuz yok.

Çünkü bulduğumuz her boş dakikada, kafamızı da aynı hızda boşaltmaya çalışıyoruz. Bunu da en kolay şekilde, yani elimize bir telefon alıp sosyal medyaya dalarak yapıyoruz.

Bu yoğun akışın içerisinde bocalıyor olmamızın onlarca sebebi var. Ancak bu sebepler üzerinde düşünmektense, daha kilit bir noktayı keşfetmek daha yararlı olacak.

Şu soruyu soralım kendimize: bu akış neden “yoğun”. 

Yani, hayat dediğimiz şey yapısı gereği “yoğun bir debiyle akmak zorunda olan bir nehire” benzemek zorunda mı? Neden hayat tasviri sabit ve dalgasız bir gölde, güzel bir manzarada, kendimizi suyun kaldırma kuvvetine bıraktığımız ve dinlene dinlene nefes aldığımız şekilde değil?

Biz sürekli akan bu nehirde, nefessiz ve dinlencesiz bir şekilde akışa kendimizi bırakmak zorunda mıyız?

Bunun cevabı “hayır”. Zorunda değiliz. Zorunda olmamalıyız. Ancak bu kadar kolay değil bu iş, çünkü hayatının akış debisini de çoğunlukla biz belirlemiyoruz. Yaşadığın ülke, senin maruz bırakıldığın yaşam şartları, iletişimde olmak zorunda kaldığın insanlar ve her gün tükettiğin içerikler ayarlıyor bu debiyi.

Eğer yaşadığın ülke sana huzurlu ve sakin bir çalışma ortamında, mesai saatleri düzgün olan bir iş bulup, hakkıyla kazandığın maaşı düzgün bir şekilde vermiyorsa, iş ortamında muhatap olduğun kişilerin yüzü gülmüyorsa, hayatı zorlaştırma tarafındalarsa, ailende omzunu koyabileceğin ve huzurla dinlenebileceğin birileri yoksa, hayatın senin kontrolün dışında çok güçlü akmaya başlıyor.

Bir kere, işe girmek için çok erken evden çıkmak zorunda kalıyorsun, uykunu alamıyorsun. İşten çok geç çıkıyorsun, eve ulaşana kadar toplu taşımada heder oluyorsun ve eve enkaz şekilde ulaşıyorsun. İş ortamında muhatap olmak zorunda kaldığın iş arkadaşların ve müşterilerin sana hayatı kolaylaştırmıyor. Eve geldiğinde de huzurlu bir ev seni beklemiyor.

Böyle bir ortamda, sadece “günü bitirmek” için yaşar hale geliyorsun. Oturup hayatını düşünüp geri kaldığın yerleri geliştirmek, hayatının üstüne bir şeyler katmak, katma değer yaratmak mümkün olmuyor, çünkü bunu yapmak için sana sadece 1-2 saat kalıyor, onda da tüm günün kafa yorgunluğunu boşaltmak istiyorsun ve boş boş sosyal medyada geziyorsun.

Bu senin suçun değil, senin maruz kaldığın çevrenin sana tasarladığı hayat bu. Bir şekilde bu döngüye giriyorsun.Ancak eğer bu döngüden kurtulamıyorsan, kurtulacak tüneli kazamıyorsan belki bu artık biraz senin suçun olmaya başlıyor.

“yahu bu koşturmacada ne zaman bu tüneli kazacağım?” diyorsun ama, tüneli kazanların da aynı hikayenin kahramanları olduğunu unutma. Bir şekilde, erken kalkarak, öğle aralarında, geç yatarak, kendine ayırdığın zamanı “kafa boşaltmaya” değil de, “kafa doldurmaya” ayırarak bir tünel kazacak duruma gelmelisin.

Yani, canım kardeşim, evet bir nehirde akıyoruz aşağı doğru ama korkma uzat elini, mutlaka bir dala tutunacak, nehrin debisine karşı gelecek ve hayatın üzerinde düşünmeye fırsat bulacaksın. Düşünme denilen o asıl işten kaçma, günü bitirmek için yaşama, tekrar yatağa girmek için kalkma yataktan. Çevreni değiştir, şekillendir, kötü ve umutsuz insanları uzaklaştır, iş ara, iş değiştir, kendini değiştir. Bir kağıt kalem al, günde yarım saat bile olsa hayatını düşün, ne yapmak istiyorsun, şu anki durumundan nasıl çıkarsın, katma değerin ne, ne tarafta iyisin, o iyi olduğun tarafı nasıl güçlendirebilirsin düşün.

Yukarıdaki görsele tekrar bak, hayatın içerisinden öylece geçme, hayatla birlikte geliş, geriye dön, kendi adımlarını düşün. Yapabiliriz.

At Nalı Teorisi

Siyaset Biliminin At NalıSiyaset Biliminin At Nalı
At Nalı Teorisi, siyaset biliminde oldukça fazla kullanılan bir teori. Bu teoriye göre, aslında birbirine taban tabana zıt olmasını beklediğiniz “sağ” ve “sol” görüşler, fikirler aşırılaştıkça birbirine yaklaşıyor ve yukarıdaki tarzda bir görüntü ortaya çıkıyor.

Gördüğünüz gibi, at nalının merkezinde Liberalizm olmak üzere, fikir terazisi sağa kaydıkça önce Muhafazakarlık, bu fikir daha da ilerledikçe Faşizm ortaya çıkıyor. Fikir terazisi sol tarafa kaydıkça önce Sosyalizm, sonra Komünizm ortaya çıkıyor.

Ancak bu fikirlerin normalde cetvel gibi dümdüz bir çizginin sağında ve solunda gösterilmesi beklenir, çünkü ideolojik olarak sağ ve sol zıttır. Bu teoride ise, sağ fikir aşırılaştıkça faşizme, sol taraf aşırılaştıkça komünizme kayıyor ve birbirlerine iyice yaklaşıyorlar.

Yani aslında, siyasi olarak aşırı sağ ve aşırı sol ideolojilerin birbirlerinin tam zıttı değil, tam aksine oldukça benzer fikirler olduğu savunuluyor. 

Her iki aşırılıkta da totaliterlik, otoriterlik, insanların hayatlarına müdahale ve kontrol altına alma isteği, çeşitli yasaklar, devlet kutsaması, devlet kontrolünün yasallığı söz konusu oluyor.

Bu konuya nereden geldim? Şuradaki tweette görebileceğiniz videodan. Gördüğünüz gibi, Londra’da bir grup vegan, bir pastanedeki inek sütlerini yere döküyor ve bunu bir protestoya çeviriyorlar. Bunu yaparken hem özel bir işletmeye zarar veriyorlar, hem de orada oturanları ve garsonları rahatsız ediyorlar.

Veganlık veya Vejeteryanlık karşı olduğum bir görüş değil. Ben kendimi bu kategoride görmesem de, insanların kendi yeme-içme kararlarını kendilerinin hassasiyetlerine göre şekillendirmelerine saygım var. Ancak bu saygı, onların yaptığı bu saygısızlığa uygun bir ortam oluşturmuyor. Zira bu bildiğiniz, bas bayağı militan bir eylem. Ne yazık ki veganlar arasında bu tarz aşırı eylemler son zamanlarda da oldukça popüler hale gelmeye başladı.

Okuduklarım

Hayat – Engin Geçtan

Hayat - Engin Geçtan
Ben hala Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabını okurken, size öncelerde okuduğum ve önemli bulduğum bir kitaptan, Engin Geçtan’ın HAYAT kitabından bazı alıntılar paylaşacağım.

Bu kitabı hayat üzerine durup düşünme fırsatı olan veya bu fırsatı yaratmaya kararlı herkese öneririm.

“Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz” diyor Milan Kundera ama pek çok insan, kendi hayatını kısıtlayarak ve başkalarının hayatına baskı yaparak yaşıyor. Çünkü yargılanmaktan korkan insanlar başkalarını yargılama eğilimindedirler.‪

“Aptallık, kendinin başkalarından daha akıllı olduğuna inanmakla başlar”‬

Çalışkan ve üretken insanın içinde her zaman koca bir tembel vardır ve bence önemli olan bu ikisinin birbiriyle uzlaşıp, çatışmadan birlikte var olabilmeleri. Tembelin egemen olduğu zamanlarda kendini suçlu hissetmeyen insan, kendi Zaman akışı içinde saati geldiğinde çalışkan ve üretken yanıyla zaten yeniden buluşacaktır.

“Yapmam lazım” yerini “yapmak istiyorum”a bırakınca, “yapmam lazım”ın insana yaşattığı “kendine karşı işlenmiş varoluşsal suç”un gerilimi söner, “yapmak” yerini “olmaya” bırakır. 

Fırtına çıktığında onun yönünü değiştirmek için savaşmaya kalkacağım yerde, fırtınanın beni götürdüğü yerde savaşmış olmalıydım. 

Dinlediklerim

SOEN

SOEN
Bu bültende sizlere son zamanlarda Türkiye’de çok popüler olmuş bir grubu, SOEN’i anlatayım.

İsveçli bir progresif metal grubu. Esasen, bir “super-band”.

Yani, kendi alanında çok popüler olmuş, büyük başarılar yaratmış diğer grupların en nadide elemanlarının bir “yan proje” olarak yarattıkları bir grup.

Bu tarz gruplara “super-group” veya “super-band” deniyor.

SOEN’in kadrosunda yok yok.  Opeth davulcusu Martin Lopez, eski Death, Testament and Sadus bas gitaristi Steve Di Giorgio (canımız), Willowtree vokalisti Joel Ekelöf ve gitarist Joakim Platbarzdis.

Sakın gözünüz kulağınız korkmasın, bu grup tam bir melodik, deneysel, progresif ve kulak dostu bir müzik yapıyor. Brutal vokal neredeyse yok, gitar riffleri çok sert değil, sololar ve vokal melodik.

O yüzden mutlaka şu aşağıdaki üç şarkıya şans verin. Belki de aradığınız grup bu gruptur:

SOEN – Lotus
SOEN – Oscillation
SOEN – Lucidity

Bir Alıntı

“Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir” – Şükrü Erbaş
Bülten Bitti.
Yazılarımı Aşağıdaki Butonları Kullanarak Arkadaşlarınızla Paylaşabilirsiniz:

Yazar: Ibrahim Babadagi

Diğer Yazıları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir