Aklımın Akışı – Sayı 17 – Great Stink of London

%title

Aklımın Akışı
Dostlarım, Aklımın Akışı bülteninin 17. sayısını sizlerle buluşturmaktan mutluluk duyuyorum.

Bu hafta, okuduğum kitaptan da etkilenerek, biraz İngiltere tarihine daldım, yeni ve ilginç şeyler öğrendim, Great Stink’i anlattım, Elizabeth dönemindeki farklı güzellik-zenginlik anlayışını özetledim.

Okuduğum kitaptan, dinlediğim müziklerden, izlediğim videolardan bahsettim.

Bence hoş bir bülten oldu, umarım seversiniz siz de. İyi okumalar dilerim.

Bir Öneri: Bildiğiniz gibi, her hafta bültene bir de Müzik bölümü ekliyorum, eğer daha keyifli bir okuma olsun isterseniz, önce Müzik bölümünü okuyup, önerdiğim şarkıları arka planda açarak bülteni okuyabilirsiniz.

Anlatacaklarım

Great Stink of 1858 | 1858’in Büyük Koku Olayı

%title
Yukarıdaki resim, Londra’nın tam içinden geçerek Kuzey Denizine akan Thames Nehrinin resmi. Bu nehir çok çok uzun yıllar boyunca Londralıların neredeyse tek içme suyu kaynağıydı.

İlginç bir şekilde, Londra’nın insan, hayvan ve endüstri atıklarına bulduğu tek çözüm de bu nehirdi.

Ancak Nehir, belli bir yerden sonra tüm bu atıkları kustu ve bu durum 1858’de yaşanan Büyük Koku olayını ortaya çıkardı. Biraz detaya girelim.

Londra çok uzun zaman boyunca dünyanın en ilkel kanalizasyon sistemine sahipti. Atıkların bir kısmı doğrudan boş arazilere tepeleme boşaltılıyor, bu arazilerde biriken bu atıklar yağmur sularıyla veya ağırlıkla Londra’nın önce dış sonra iç mahallelerine kadar akıyordu. Buradan arabalarla, at arabalarıyla, yürüyen insanların ayakkabılarıyla tüm şehri dolaşan bu atıklar şehirde kötü koku oluşturuyordu. Hatta açık arazilerde sıkışan atıklar ve çöpler birleşerek metan gazını sıkıştırıyor ve çeşitli patlamalara bile yol açıyordu.

Atıkların önemli bir kısmı ise ilkel ve yetersiz bir kanalizasyon sistemiyle doğrudan Themes nehrine bırakılıyordu. Londralıların düşüncesi, akıntıyla birlikte denize doğru yol alan bu atıkların Kuzey Denizine yayılması ve bu geniş denizden dolayı herhangi bir koku ve sağlık problemi yaşanmayacak olmasıydı.
%title
Ancak, bu süreç neredeyse yüzyıllardır devam ediyordu. Yani Thames Nehri yüzyıllardır tüm bu atıklara ev sahipliği yapıyordu.

Nüfus arttıkça, sanayileşme ilerledikçe, fabrikalar açıldıkça, hayvan sayısı arttıkça Themes nehrine atılan atıklar iyice arttı. Themes nehri artık devasa bir balçık gibi, kirli, kahverengi, iğrenç kokulu açık bir kanalizasyon akıntısına dönüştü.

Hem araziye ve şehre, hem de Thames Nehrine yüzyıllar boyunca atılan bu atıklar, 1832, 1849 ve 1854 yıllarında oluşan büyük Kolera salgınının nedenlerinden biri oldu, binlerce insan çeşitli hastalıklardan öldü, salgınlar tüm şehri defalarca kez vurdu, sağlık sistemi çöktü.

VE, 1858 yılının Haziran ayı geldi.

Bu yılın Haziran ayında hava sıcaklığı ortalama sıcaklıkların üzerinde seyretti. Nehirde biriken tüm atıklar bu sıcağın da etkisiyle kötü koku yaymaya başladı ve suyun yüzeyine çıktı.

Koku öyle kötüydü ki, nehre onlarca KM uzakta yaşayanlar bile bu kokuya dayanamayarak sürekli kustular, hasta oldular, hatta kokudan dolayı baygınlık geçirenler bile oldu.
%title
İnsanlar ayaklandı, o dönemin yönetimi artık bu hasır altı edilen konunun mutlaka çözülmesi gerektiğini anladı ve Londra’nın modern kanalizasyon sisteminin ilk adımları 1858 senesinde atıldı. O dönemde şehir planında yapılan büyük değişiklikle kanalizasyon sistemi tüm Londranın en ücra köşesini bile içine alacak şekilde tasarlandı ve sorun takip eden 10 yıl içerisinde büyük ölçüde çözüldü.

Tudor İngilteresinde Şeker Zenginliği ve Çürük Dişler

Henry VIII
İngiltere’yi 1485’ten 1603’e kadar yöneten bir aile, Tudor Ailesi. Tudor Hanedanı desek belki daha doğru olacak.

Bu dönemde, Tudor Hanedanı tarafından yönetilen İngiltere, dönemin en parlak, en gösterişli, en coşkulu krallığıydı ve bu dönem, İngiltere tarihinde de parmakla gösterilecek kadar önemli bir dönemdi.

Kurulan güçlü merkezi otorite ile, meşhur İngiliz monarşisinin temelleri atıldı, güçlü bir devlet mekanizması kuruldu. 120 yıllık bu dönemde sanatsal anlamda önemli gelişmeler oldu, askeri açından özellikle donanma çok gelişti ve ilerledi, ekonomik açından toplumsal refah sağlandı. Uluslararası ticarette yeni bağlantılar keşfedildi, ticaret yolları kuruldu.

Bu döneme kadar baharat ve şeker İngiltere’de çok ulaşılabilir şeyler değildi. Ancak Tudor İngilteresinin özellikle zenginlere getirmiş olduğu refahla, baharat ve şeker ticareti yaygınlaştı. Ancak, fiyatları pahalı olduğundan sadece zenginlerin ulaşabildiği şeylerdi bunlar.

Özellikle şeker zenginler arasında öyle hızlı ve yaygın kullanılmaya başlandı ki, belli bir süre sonra aşırı şeker tüketiminden dişlerde şeker kökenli çürümeler ve kararmalar oluşmaya başladı.

Bu çürükler ve diş lekeleri, hızla bir “sosyal statü göstergesi” oldu. O dönemlerde bir insanın zengin ve soylu olup olmadığını anlamanın bir yolu da dişlerindeki lekelerdi. Eğer dişleri çürük ve lekeliyse, bu bol şeker tükettiğini ve dolayısıyla refah seviyesinin bolca şeker alabilecek kadar yüksek olduğunu gösteriyordu.

Sosyete ve Burjuva arasında bu oldukça yaygınlaştı. Hatta bu yüksek toplumsal sınıfa dahil olmak isteyen bazı kişiler dişlerini şekerle fırçalayıp o kara lekeleri ve çürüklüğü hızlıca elde etmek ister hale geldiler.
%title
Kraliçe Elizabeth de yüksek şeker ve bal tüketiminden çok fazla dişini kaybetmişti. Kalan dişleri de neredeyse siyah denilebilecek kadar kararmıştı.

Kendisini ziyaret eden yabancı elçiler, diş eksikliğinden dolayı konuşmasının bile anlaşılmadığını yazdılar hatıralarında.

Ne ilginç değil mi, şu an diş beyazlatma sektörüne belki milyonlarca TL yatırılıyor her gün. Herkes dişlerini beyaz, inci gibi, lekesiz ve dümdüz yapmaya uğraşıyor. Güzelliğin ve belki de statünün tanımı bembeyaz, inci gibi lekesiz dişler.

Ancak zamanında, insanlar bir üst toplumsal katmanda olduğunu kanıtlamak için şeker kökenli çürüme etkisi yaratmanın yollarını arıyorlardı, dişlerde oluşan lekeler ve çürükler kişinin “şeker tüketebilecek kadar zengin” olduğunun kanıtıydı.

Dünya değişiyor. Onunla birlikte tüm tanımlar da.

Okuduklarım

Zamanı Durdurmanın Yolları – Matt Heig

%title
Bir önceki hafta okuduğum Algernon’a Çiçekler kitabının üstüne bir de bu kitap, beni öyle keyiflendirdi, öyle rahatlattı, öyle mutlu etti ki.

Demek ki beynim teknik kitap okumaktan yorulmuş, sıkılmış ve bıkmış. Bu kitaplarla buluşunca resmen bayram etti.

Bu hafta size anlatacağım kitap Matt Heig’in Zamanı Durdurmanın Yolları. O kadar güzel aktı ki, neredeyse 5-6 günde bitirdim. Üstelik öyle basit, kolay okunan bir kitap da değil. Geçmiş tarihlere çeşitli flashbackler barındırıyor, takibi bazen zor olabiliyor.

Ancak konuyu kavrayınca, bayağı zevk alıyorsunuz, üstelik okurken de bayağı not alıyor, aydınlanıyorsunuz. Yukarıda sizlere anlattığım Great Stink ve Tudor İngilteresi Şeker mevzusu bu kitaptan aldığım notlarla detaylandırdığım konular oldu.

Sizi kitaptan alıntılarla baş başa bırakıyorum:

“Tarihi yaşayan bir şey haline getirmeye gerek yok. Tarih zaten yasayan bir şey. Tarih biziz. Siyasetçiler, krallar ve kraliçeler degil. Tarih herkestir. Her şeydir. Şu kahvedir. Kapitalizmin, imparatorluğun, köleliğin tarihini sadece kahveden söz ederek bile anlatabilirsiniz. Burada oturup kâğıt bardaklardan kahve yudumlayabilin diye dökülmüş kan ve çekilmiş sefalet akla ziyandır.”

Bilimin amacı olasılık sınırlarının nerede sona erdiğini bulmaktır. 

Mutluluğun anahtarı size en uygun yalanı bulmaktır. 

Bir ip cambazının işinde iyi olduğunu nasıl anlarsın biliyor musun? Hala hayatta olmasından. 

Çoğu insan özgür olmak istemiyor zaten. Çünkü özgürlük sorumluluğu getiriyor ve insanların çoğu sorumluluktan kaçıyor. 

Dinlediklerim

Normalde hiç yaptığım şey değildir ama, bu hafta tamamen içgüdüsel bir şekilde, ofise gelirken Spotify Metal radyosu açtım.

Ben müziği radyo şeklinde rastgele şarkılarla ilerleyerek değil de, bir albüm dahilinde en başından en sonuna dinlemeyi severim.

O yüzden, radyo işi hiç bana göre değildir.

Ancak, o an tamamen rastlantısal şekilde açtığım Metal Radyosu, uzun zamandır dinlemediğim ve dinlemeyi özlediğim bir şarkıyı taşıdı kulaklarıma.

Megadeth – A Tout Le Monde.

Bu şarkı, metal dışı pek çok kişiyi hem Megadeth ile, hem de Metal ile tanıştırmış klasiklerden biridir.

Sizle de paylaşmaya karar verdim. Bilen çoktur, ancak bilmeyeni de keyiflendirir.

Buyrun:

İzlediklerim

Hayatta Bir El Sana Uzanır, Mutlaka Uzanır

%title
Bugün aslında size başka bir video paylaşacaktım, ancak dün Atölyemizin Telegram grubundan bir dostum, yukarıdaki videoyu paylaşmış.

İlk dakikalarından itibaren sayın Berat Beran’ın samimi cümleleri ve içten yaklaşımı 12 dakikalık tüm videodan bir dakika bile kopmadan izlememi sağladı.

Diyarbakır’da zorluklarla yaşanan bir gençlik, 7 yılda bitirilen bir Eczacılık Fakültesi ve sonrası büyük bir girişimcilik hikayesi.

İzlemenizi öneririm. Eğer yukarıdaki fotoğrafta link çıkmıyorsa, izlemek için burayı tıklayın!

Bir Alıntı

“Biraz daha para ve biraz daha şöhret için şu çabalayanlara bir bak. Sanki ellerine olabilecek en fazla kumu toplamaya çabalıyorlar. Halbuki yarın esecek bir rüzgara bakar her şey.”

Borsanın İzinden Tarafındaki Gelişmeler

Borsanın İzinden BLOG’a bu hafta yazı yetiştiremedim, o yüzden eski yazılardan, en çok okunması gereken ama en az okunan yazılardan size bir seçki yaptım. Buyrun:

Borsada Yapılan Hatalar Serisi: Boğa Piyasası İllüzyonu
Borsada Yapılan Hatalar Serisi: Kısa Yoldan Zengin Olma Hayali
Borsada Yapılan Hatalar Serisi: İntikam İşlemi
Borsada Yapılan Hatalar Serisi: İşlemlerinize / Kendinize Hedefler Koymak
Bülten bitti. Sonraki hafta görüşmek üzere.
Print Friendly, PDF & Email
Yazılarımı Aşağıdaki Butonları Kullanarak Arkadaşlarınızla Paylaşabilirsiniz:

Yazar: Borsanın İzinden

Diğer Yazıları

2 Comments on “Aklımın Akışı – Sayı 17 – Great Stink of London”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir